6 Temmuz 2012 Cuma

hatay


sürk

Uzun zamandır görmeyi tanımayı istediğim bir şehirdi Hatay. Her defasında başka planlar öne geçti ancak en sonunda Doğa ile birlikte bu merakımı da giderdim. Cuma akşamı bin bir trafikle yetişip uçağımıza başladık gezimize. Tabi gitmeden önce sadece kültürel değil bir taraftan da gastronomi ve alışveriş turu olacağını da biliyorduk ama karşımıza neler çıktı neler. Hiç hayal etmediğimiz tatlar. İlk gün çarşılarına ve müzesine ayırdık zamanımızı. Çarşılar muhteşem. Her dükkanda farklı bir tat farklı bir ürün. Öncelikle defne sabunları, çeşit çeşit doğal sabunlar muhteşem kokular. İlk dükkanımız sabuncuydu diğeri baharatçı diğeri peynirci diğeri salçacı böylece devam edip gitti. Tabi ellerimiz de torbalarla doldu. Gördüğüm en değişik ürünlerden birisi “Sürk” yani baharatlı çökelek peyniri. Çeşitli baharatlarla yoğrulup yumru haline getiriliyor. Sonrada inanılmaz bir tatla nar ekşileri, bin bir çeşit baharatları, zahterleri, urmu dut (kara dut) suları ve biber salçaları. Yiyenin unutamayacağı lezzetle hepside.


Hatay Müzesi: Antep ten sonra gelen en iyi mozaik müzelerinden birisi. Belki Antep teki kadar özen ve düzen yok ama yinede sergilenen eserler çok ihtişamlı. Küçük bir bahçesi var ve bu sebeple bahçelerinde sergilenen eserler birbiri içerisine girmiş ve ne yazık ki bu bölümdeki eserlerin açıklamaları tam değil. Ancak bu tarihi eserlerin arasındaki banklara oturup geçmişi hayal etmek bu eserlerin etrafında Doğa yı koştururken izlemek çok etkileyici. Belki oda ileride bizim gibi müzelere ve tarihieserlere düşkün ve saygılı bir çocuk olur.



St.Pierre Kilisesi: Hatay dan kalkan minibüslerle 15- 20 dk. da ulaşılabilir. Mutlaka görülmeli. Kaya içerisine oyulmuş ve çok güzel korunmuş bir kilise. Zaten mağaradan dönüştürülmüş ve Habibi Neccar dağının eteklerinde bulunmakta. St. Pierre' nin İsa'nın ölümünden sonra Hristiyanlığı yaymaya çalıştığı yer olarak önemli bir dini merkez ve hac yerlerinden birisi. Zaten Hatay da bulunan her kalıntının mutlaka dini ve kültürel bir önemi ve yeri var.


Harbiye Şelaleleri: Tam bir felaket.Yanlış anlamayın felaket olan şelaleler değil insanlar. Muhteşem bir doğa harikası. Sayısını bile bilmediğim kadar çok şelale ve düşündüğünüz gibi küçük değil. Gayet büyük ve gürül gürül akan sayısız şelale. Ancak etrafında bir sürü lokanta tarzında yapının arasında kaybolmuşlar sadece suların sesleri var. Bazılarının etrafına herhangi bir cafe lokanta kurulmamış, bunların karşılarındaki banklara oturup şelaleleri izleyip seslerini dinlemek çok dinlendirici. Bu saydıklarıma aldanmayın ben genel olarak bu tarz doğa harikalarının etrafına bu şekilde üşüşen yapıların hepsine karşıyım. Size önerebileceğim en güzel şey şelalelerde tuzda tavuk yemek. Nasıl yapabilirsiniz anlatayım. Zaten orada yapan tek yer var gözünüzden kaçamaz. Siparişinizi verin 3 saat gibi bir sürede oluyor. Ondan sonra şelaleleri gezin, Samandağ yolundan ilerleyin sağınıza dikkat ederek gidin, Can kafeyi bulun. Mümkünse güneşin batışına denk getirin ve koltuklarından Hatayı seyrederken biranızı yudumlayın. Güneşin batışındaki hafif serinlği, o muhteşem manzarayı mutlaka yaşayın.







Samandağ: İlk uğrak yerimiz Vakıflı Köyü. Türkiye nin kalan tek ermeni köyü. Nüfusunun tamamı Ermeni ve aslında doğal ürünlere merakı olanlar için çokta bilinen bir köy. Çünkü özellikle kadın kolları birliği kendi ürünlerini kendileri üretip Türkiye ye satıyor. Her ürünü çok güzel, ben zeytinyağını alıp denedim ama reçelleri likörleri hepsi ayrı tadlarda. Sonrada Hıdırbey köyü yine organik ürünleri ile meşhur. Burada da portakalların ve muzların tatlarına baktık ve kendimizi kaybettik. Burada görülmesi gereken yer asırlık çınar ağacı. Zamanında gövdesinde bir berber varmış ve içerisine 15 kişi sığabiliyor. Ve sonra Dor mabedi ve Titus Tüneli. Çok değişik bir yapı. Çevlik de bulunuyor ve Seleukeia olarak bilinen şehrin yakınında yer alıyor. Kentin kurulduğu coğrafi alan içinde, dağlardan inen üç çay akmaktadır. Bunlardan ikisi şehir surlarının dışından akmakta ve yerleşime bir zararı dokunmamaktadır. Tünelin yapılmasına neden olan nehrin ise dağlardan çıkıp antik kentin içinden geçerek iç limana döküldüğü anlaşılmaktadır. Tahminen, taşkın zamanlarında sular ve getirdiği birikimler, aşağı kent ve liman açısından tehlikeli olmaktaydı. Bu nedenle Romalı mühendisler, nehrin ağzından yaklaşık 1 km kadar yukarıda, yatağını boydan boya güçlü bir setle kapatmışlardır. Burada birikecek suyu aktarmak için de, deniz yönündeki kayalık dağ kesimi oyularak, iki bölümlü bir kaya tünel i ve buna bağlı olarak uzun bir su kanalı yani Titus tüneli açılmıştır. Fotoğraflarda ihtişamını daha iyi anlayacaksınız ama tabi aslında oraya gidip bu kültürü görmek yaşamak en doğrusu.


 




Çok zor değil bir Cuma akşamı uçağa atlayın Pazar akşamı da dönün. Her yeri olması gerektiği gibi görebilir misiniz tabiî ki hayır ancak bu kültürü anlamak ucundan kıyısından yakalamamak olmaz.


Şimdi bu gezide Doğa kısmına gelelim. Çok keyif aldı koşturdu gezdi yedi gördü beğendi. Çocukla gezmek sor mu? Bence değil, sadece biraz daha sistemli olmak lazım. Biz bir de araba kiraladığımız için çok zorlanmadık. Sadece iki güne çok şey sığdırmaya çalıştığımız için fazlaca yoruldu. Ama asıl felaketi dönüş yolunda yaşadık. Doğa uçağa alışkın bir çocuk, giderken sıkıntı çıkarmadı ama dönerken çok kötüydü. Sağolsun hiç sevmediğim Pegasus şirketi Alper ve beni ayrı ayrı yerlere oturttu, bununla birlikte uçuş saatimiz tamda Doğanın uyku saatiydi ve uyuyamadı çünkü uçakta bitmek tükenmek bilmeyen reklam anonsları vardı. Önceleri biraz huysuzlandı sonra sürekli ağladı ağladı ağladı ve en sonunda kustu ve perperişan oldu bebeğim. İndiğimde ise en çok üzüldüğüm herkes bizi gösterip ne kadar ağladı susmadı, rahatsız olduk demelriydi. Bir tanesi ise 4-5 yaşlarındaki çocuğuna bizi gösterip bak o bebek ne kadar ağladı sen hiç ağlamadın ne kadar akıllısın demesi oldu. Bu arada 5 yaşında çocuk ağzında emzik ve battaniyesine sarılmış yürüyordu. Bende dönüp utanın kendinizden acaba bir rahatsızlığı mı var diye soracağınıza yaptığınız terbiyesizliğe ve kendi çocuğunuzun davranış bozukluğuna bakın diyebilirdim ama demedim. Sadece insanların terbiyesizliklerine üzüldüm.




 

Her şeye rağmen gezimiz çok güzel değerli ve öğreticiydi. Bir daha Doğa büyüdüğünde onu gezdirmek ve medeniyetlerin dinlerin kültürlerin doğduğu yerleri tek tek göstermek ve bilincini, ufkunu açmasını sağlamak için can atıyorum.