27 Kasım 2012 Salı

Sallanmaktan kurtulmak, çok zormuş:)


 Evett önceleri size bahsetmiştim. Doğa’nın en kötü özelliği ayakta sallanarak uyuması, daha doğrusu bizim buna alıştırmamız diye. Farkında olmadan sallanan ana kucaklarında alışmıştı yavrum tatlı tatlı sallanmanın keyfine. Hafiften sallantıyla gelen tatlı uyku. E tabi bizimde kolayımıza geldi itiraf etmek gerekirse. Minik kızım giderek ağırlaşmaya başlayınca sallanmaktan kurtulmamız gerektiğine karar verdim. Öyle alıştıra alıştıra değil bu işten birden vazgeçmemiz gerektiğini düşündüm ve öyle başladım. Bir gece salladım ve ertesi gün bıraktım. Sütünü verdim uyku saati gelince annecim artık kendi yatağında kendi başına uyuyacaksın dedim. 1 yaşını yeni geçmişti. Anladı bence ve hiç hoşlanmadı. İlk gün yatırdım yerine bende beşiğin dışında yattım, sanırım uyuması 1 saat falan sürdü. Sürekli elim sırtında sürekli ninnilerle ve sürekli ağlamalı. İnat ettim almadım kucağıma veya sallamadım. Sürekli yerinden kalkıp anne diyordu, sürekli kalkıp kucağıma gelmek istiyordu. Bu kadar zorlanacağımı düşünmedim ilk başta. Ama her şeyin başı inat. Sonuçta onun için en iyisi olduğunu düşündüğüm şeye alıştırmaya çalışıyordum. Çünkü 5-6 yaşına gelip hala ayakta sallanan çocuklardan olmasını asla istemiyordum. Bu aynı şekilde 3 hafta kadar sürdü. Uyumamız ortalama 1 saat sürüyordu ve sürekli ninni söyleyip sakinleştirmeye çalışıyordum. Sesimi yükseltmeden sinirlenmeden. Aksi halde histerik bir şekilde ağlamaya başlıyordu en baştan. 3 hafta sürdü ama başardım. Evde kim var kim yok umursamadım. Gelen olsa bile o uyuyana kadar sabrediyordum. 1 saat 1,5 saat hiç fark etmez. Bazıları bana acıyor bazıları Doğa ya acıyordu. Ne gerek vardı böyle eziyet etmeye ona sallayıver hem ondan daha keyif alıyordu. Dinlemedim inat ettim ve başardım rahat ettim. Artık yatırıyordum ve 15 dk da yerinde döne döne uyumaya başladı. Hatta ayakta sallanmaktan daha kısa sürede uyumaya başladı. Böyle böyle aradan 1 seneye yakın zaman geçince aklıma tamamen kendi kendine uyuması gerektiğini soktum. Yerine yatırıp iyi geceler diyip çıkacaktım ve kendiliğinden uyuyacaktı. Başarması çok kolaydı sadece sabır…olmadı…İl başta denedim ama korkuyla ve çıldırmışçasına ağladı. Korktum en başa döneceğiz diye ve vazgeçtim. Ara ara denedim ama fayda yok. Kendi haline bıraktım hazır olmasını bekledim. Hazır olmadan korkutmaya hiç gerek yok. Bekledim ara ara anlatmaya çalıştım. Annecim burası kendi odan kendi başına uyumalısın, biz buradayız seni çok seviyoruz. Sanırım zaman geçtikçe anladı ve bu fikre alıştı. Bir gün tekrar denemeye karar verdim. Sütünü verdim “bitince bana seslen annecim” dedim. Gerçektende keyifle içti sütünü sonra bitince beni çağırdı “anne bitti” diyerek. Biberonu aldım tatlım ben şimdi çıkacağım sana su getireceğim sen burada dön kendi kendine uyumaya başla dedim ve çok şaşırdım ama tamam dedi. Bu tamam kelimesinin gerçek olmadığına inandım ama odadan çıktım kapıda beklemeye başladım. Yatakta kendi kendine dönmesinin sesi geliyordu, şimdi bağıracak derken ses birden kesiliverdi. Harika.. kendi kendine uyumuştu, bu harika bir olaydı bizim için. Böylece sanırım kendisinin de hoşuna gitti bu durum. Her akşam bu rutini devam ettirdik. Böylece artık ayakta sallanmadan veya yanında birisini istemeden tamamen kendi halinde uyumaya başladı. Bu süreç uzun sürdü ama şu an 1 seneye yaklaşık bir süredir devam ediyor. Hatta şu an sütünü içerken bende ona hikayeler okuyorum, hikaye ve sütü bitince anne ışığı kapat iyi geceler diyor ve ben çıkıyorum oda tatlı tatlı uykuya dalıyor. İnanın bu bana akşamları inanılmaz bir vakit kazandırdı, düşünüyorum da bazen 1,5 saati buluyordu Doğa yı uyutmam. Biraz inatla işimi halletmenin mutluluğuyla bana kalan 1,5 saatJ


6 Temmuz 2012 Cuma

hatay


sürk

Uzun zamandır görmeyi tanımayı istediğim bir şehirdi Hatay. Her defasında başka planlar öne geçti ancak en sonunda Doğa ile birlikte bu merakımı da giderdim. Cuma akşamı bin bir trafikle yetişip uçağımıza başladık gezimize. Tabi gitmeden önce sadece kültürel değil bir taraftan da gastronomi ve alışveriş turu olacağını da biliyorduk ama karşımıza neler çıktı neler. Hiç hayal etmediğimiz tatlar. İlk gün çarşılarına ve müzesine ayırdık zamanımızı. Çarşılar muhteşem. Her dükkanda farklı bir tat farklı bir ürün. Öncelikle defne sabunları, çeşit çeşit doğal sabunlar muhteşem kokular. İlk dükkanımız sabuncuydu diğeri baharatçı diğeri peynirci diğeri salçacı böylece devam edip gitti. Tabi ellerimiz de torbalarla doldu. Gördüğüm en değişik ürünlerden birisi “Sürk” yani baharatlı çökelek peyniri. Çeşitli baharatlarla yoğrulup yumru haline getiriliyor. Sonrada inanılmaz bir tatla nar ekşileri, bin bir çeşit baharatları, zahterleri, urmu dut (kara dut) suları ve biber salçaları. Yiyenin unutamayacağı lezzetle hepside.


Hatay Müzesi: Antep ten sonra gelen en iyi mozaik müzelerinden birisi. Belki Antep teki kadar özen ve düzen yok ama yinede sergilenen eserler çok ihtişamlı. Küçük bir bahçesi var ve bu sebeple bahçelerinde sergilenen eserler birbiri içerisine girmiş ve ne yazık ki bu bölümdeki eserlerin açıklamaları tam değil. Ancak bu tarihi eserlerin arasındaki banklara oturup geçmişi hayal etmek bu eserlerin etrafında Doğa yı koştururken izlemek çok etkileyici. Belki oda ileride bizim gibi müzelere ve tarihieserlere düşkün ve saygılı bir çocuk olur.



St.Pierre Kilisesi: Hatay dan kalkan minibüslerle 15- 20 dk. da ulaşılabilir. Mutlaka görülmeli. Kaya içerisine oyulmuş ve çok güzel korunmuş bir kilise. Zaten mağaradan dönüştürülmüş ve Habibi Neccar dağının eteklerinde bulunmakta. St. Pierre' nin İsa'nın ölümünden sonra Hristiyanlığı yaymaya çalıştığı yer olarak önemli bir dini merkez ve hac yerlerinden birisi. Zaten Hatay da bulunan her kalıntının mutlaka dini ve kültürel bir önemi ve yeri var.


Harbiye Şelaleleri: Tam bir felaket.Yanlış anlamayın felaket olan şelaleler değil insanlar. Muhteşem bir doğa harikası. Sayısını bile bilmediğim kadar çok şelale ve düşündüğünüz gibi küçük değil. Gayet büyük ve gürül gürül akan sayısız şelale. Ancak etrafında bir sürü lokanta tarzında yapının arasında kaybolmuşlar sadece suların sesleri var. Bazılarının etrafına herhangi bir cafe lokanta kurulmamış, bunların karşılarındaki banklara oturup şelaleleri izleyip seslerini dinlemek çok dinlendirici. Bu saydıklarıma aldanmayın ben genel olarak bu tarz doğa harikalarının etrafına bu şekilde üşüşen yapıların hepsine karşıyım. Size önerebileceğim en güzel şey şelalelerde tuzda tavuk yemek. Nasıl yapabilirsiniz anlatayım. Zaten orada yapan tek yer var gözünüzden kaçamaz. Siparişinizi verin 3 saat gibi bir sürede oluyor. Ondan sonra şelaleleri gezin, Samandağ yolundan ilerleyin sağınıza dikkat ederek gidin, Can kafeyi bulun. Mümkünse güneşin batışına denk getirin ve koltuklarından Hatayı seyrederken biranızı yudumlayın. Güneşin batışındaki hafif serinlği, o muhteşem manzarayı mutlaka yaşayın.







Samandağ: İlk uğrak yerimiz Vakıflı Köyü. Türkiye nin kalan tek ermeni köyü. Nüfusunun tamamı Ermeni ve aslında doğal ürünlere merakı olanlar için çokta bilinen bir köy. Çünkü özellikle kadın kolları birliği kendi ürünlerini kendileri üretip Türkiye ye satıyor. Her ürünü çok güzel, ben zeytinyağını alıp denedim ama reçelleri likörleri hepsi ayrı tadlarda. Sonrada Hıdırbey köyü yine organik ürünleri ile meşhur. Burada da portakalların ve muzların tatlarına baktık ve kendimizi kaybettik. Burada görülmesi gereken yer asırlık çınar ağacı. Zamanında gövdesinde bir berber varmış ve içerisine 15 kişi sığabiliyor. Ve sonra Dor mabedi ve Titus Tüneli. Çok değişik bir yapı. Çevlik de bulunuyor ve Seleukeia olarak bilinen şehrin yakınında yer alıyor. Kentin kurulduğu coğrafi alan içinde, dağlardan inen üç çay akmaktadır. Bunlardan ikisi şehir surlarının dışından akmakta ve yerleşime bir zararı dokunmamaktadır. Tünelin yapılmasına neden olan nehrin ise dağlardan çıkıp antik kentin içinden geçerek iç limana döküldüğü anlaşılmaktadır. Tahminen, taşkın zamanlarında sular ve getirdiği birikimler, aşağı kent ve liman açısından tehlikeli olmaktaydı. Bu nedenle Romalı mühendisler, nehrin ağzından yaklaşık 1 km kadar yukarıda, yatağını boydan boya güçlü bir setle kapatmışlardır. Burada birikecek suyu aktarmak için de, deniz yönündeki kayalık dağ kesimi oyularak, iki bölümlü bir kaya tünel i ve buna bağlı olarak uzun bir su kanalı yani Titus tüneli açılmıştır. Fotoğraflarda ihtişamını daha iyi anlayacaksınız ama tabi aslında oraya gidip bu kültürü görmek yaşamak en doğrusu.


 




Çok zor değil bir Cuma akşamı uçağa atlayın Pazar akşamı da dönün. Her yeri olması gerektiği gibi görebilir misiniz tabiî ki hayır ancak bu kültürü anlamak ucundan kıyısından yakalamamak olmaz.


Şimdi bu gezide Doğa kısmına gelelim. Çok keyif aldı koşturdu gezdi yedi gördü beğendi. Çocukla gezmek sor mu? Bence değil, sadece biraz daha sistemli olmak lazım. Biz bir de araba kiraladığımız için çok zorlanmadık. Sadece iki güne çok şey sığdırmaya çalıştığımız için fazlaca yoruldu. Ama asıl felaketi dönüş yolunda yaşadık. Doğa uçağa alışkın bir çocuk, giderken sıkıntı çıkarmadı ama dönerken çok kötüydü. Sağolsun hiç sevmediğim Pegasus şirketi Alper ve beni ayrı ayrı yerlere oturttu, bununla birlikte uçuş saatimiz tamda Doğanın uyku saatiydi ve uyuyamadı çünkü uçakta bitmek tükenmek bilmeyen reklam anonsları vardı. Önceleri biraz huysuzlandı sonra sürekli ağladı ağladı ağladı ve en sonunda kustu ve perperişan oldu bebeğim. İndiğimde ise en çok üzüldüğüm herkes bizi gösterip ne kadar ağladı susmadı, rahatsız olduk demelriydi. Bir tanesi ise 4-5 yaşlarındaki çocuğuna bizi gösterip bak o bebek ne kadar ağladı sen hiç ağlamadın ne kadar akıllısın demesi oldu. Bu arada 5 yaşında çocuk ağzında emzik ve battaniyesine sarılmış yürüyordu. Bende dönüp utanın kendinizden acaba bir rahatsızlığı mı var diye soracağınıza yaptığınız terbiyesizliğe ve kendi çocuğunuzun davranış bozukluğuna bakın diyebilirdim ama demedim. Sadece insanların terbiyesizliklerine üzüldüm.




 

Her şeye rağmen gezimiz çok güzel değerli ve öğreticiydi. Bir daha Doğa büyüdüğünde onu gezdirmek ve medeniyetlerin dinlerin kültürlerin doğduğu yerleri tek tek göstermek ve bilincini, ufkunu açmasını sağlamak için can atıyorum.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

anneler günümm

Herkese selamlar. Uzun zamandır yazacak fırsat bulamıyorum aslında size Doğa ile birlikte gittiğimiz Hatay gezisini, anlatacaktım ancak araya anneler günü girdi. Ama benden anneler günü şöyle gerekli böyle güzel gibi laflar beklemeyin çünkü genel olarak bütün özel günlere muhalefetim:) Yinede anneler gününün tüm ritüellerini yerine getirdim merak etmeyin.
Öncelikle anne olan herkese sadece anneler günü için değil tüm günler hatta bebek sahibi olduktan sonraki tüm günleri için en büyük dileğim duam "Allah sizi ayırmasın" olacak.

Ben neler mi yaptım. Alper ile sevdiğimiz kahvaltı çeşitlerinden birisini yaptık, tabi arkadaşlarımız da vardı. Sultanahmette Topkapı Sarayı nın bahçesinde kahvaltı:) Ama ekmek arası bir şeyler ile birlikte meyve suyu.

Doğa ise çimenlerin üzerinde bir oraya bir buraya koşmanın tadını çıkardı, gayet özgür ve rahat. Benim için sadece bugün değil her gün onu öyle seyretmek en büyük armağan. Gülerek, bağırarak, düşerek, kalkarak, tekrar tekrar deneyerek, kirlenerek ama mutlu ve umutlu, neşeli, keyifli, inatçı, epeyce de yaramaz ve meraklı, pratik, biraz da tedirgin ama cesaretli. Bunlar Doğa yı anlatmak ve anlamak için aklıma ilk gelen en doğru kelimeler.
çilek kızım
çok güzeller








Ben mi ne aldım o gün. Her zaman en sevdiğim çiçeklerimi papatyalarımı, hemde kızımdan:) Biraz da kıskandırayım sizi o gün birde semaver keyfi yaptık:)

1 Mart 2012 Perşembe

pratik gezi araçları

Bizi tanıyanlar bunun bizim ailemiz için hayati önemini bilir. Doğa doğduğu ve çok zor bir bebek olduğu zamanlarda rüyamda sürekli daha önce gittiğimiz yerleri görüyordum ve bir daha asla hemde bu genç yaşımda gezemeyeceğimi ve bebek yüzünden eve bağımlı olacağımı düşünmüştüm. Alper ise benim paniğim ve doğum sonrası depresyonumu rahat atlatmam adına aksini iddia etsede yüzündeki ümitsizliğin farkındaydım ve bazen ağzından eskisi gibi rahat yaşayamayacağımızı kaçırıyordu ve benimde uykularım kaçıyordu. Şu an düşünüyorumda ne kadar gereksiz endişelermiş. İlk sokak gezimizi 15 günlükken yaptık ve tam bir faciaydı. Kendime güvenip mama almamıştım yanıma. Şöööyle Yenikapı sahiline gidelim hava güzel, arkadaşımızla buluşalım demiştik ama nerdeeee. Hiç durmadan ağlamıştı ve bende çok tedirgindim. Başedemeyeceğim diye hep kendi kendimi yedim. Böyle olunca da baş edemedim tabiki. Arabanın içinde sürekli emzirip uyutmaya çalıştım, uyuyordu, kucağıma alıp dışarı çıkınca başlıyordu durmadan ağlamaya. Sonradan düşününce çok erken davrandığımızı anladım. Apar topar kalktık ve eve döndük iyice canımız sıkılmıştı benim ise artık ümidim kalmamış kendi kendime artık böyle alış diyordum. Düşününce hala komik geliyor. Sonradan yavaş yavaş site içerisinde gezmeye, pazara gitmeye başladık. Önce kısa geziler yapıyorduk, arabaya alışmasını bekledim. Çok uzun sürmedi. İlk arabamız 3 tekerlekli süper bir arabaydı. Arkadaşım kullanmadığı için bana vermişti, mercedes koyduk adını. Arabayla dışarı çıkmaya alışınca gezilerimizin süresini arttırdık ama alışveriş merkezine girince basıyordu yaygarayı.Hoşumuza gitmedi değil, bizde açıkhavada bir oraya bir buraya yürüyorduk. E benim içinde doğum kilolarını verme açısında iyi oluyordu (bunuda yazacağım en fena deneyim doğum kilolarıJ) doğa 2 ayı devirince arık dışarıya iyice adapte olmuştu ve kabanını görünce anlamaya başlamıştı dışarı çıkacağını 
adana taşköprü

ve bunu anlayıncada sakinleşiyordu. Artık arkadaşlarımıza ziyarete de gidebiliyorduk. Sanırım bizde sakinleşince oda biraz daha kendini güvende hissetti ve bizede güvenmeye başladı. Artık tek başıma bile rahatça onu alıp istediğim yere gidiyordum. Vee artık Doğa dışarıda gezmeyi seven ve hatta dışarıda bakılması daha kolay bir bebek olmuştu. 3. aydan sonra etrafını iyice farkediyor ve bundan keyif alıyordu. İnsanlarla bile iletişime geçmeye başlamıştı. Hatta daha sonrasında dışarıda gördüğü herkese laf atma huyunu geliştirdi ve inanılmaz komik oluyordu. Her kaşıdan gelene bağırıp şirinlikler yaptı. İstanbulda gitmediğimiz yer kalmadı neredeyse, arabayla otobüsle her şekilde rahatça gezebiliyorduk hiç sıkıntı yaşamadan. Hatta 4. ayında annemle Ankaraya gittik, 6. ayında Göynük’e, 7. ayında Niğde veeee 9. ayında ise Antalya’ya tatile, Sinop’a bayram gezmesine gittik. Hiçbirinde sorun yaşamadık çok rahat gezdik. 
tekne gezisi

deniz keyfi



Bu arada bence bebeğinizin eşyalarını taşımak için inanılmaz fiyatlara satılan bebek çantaları yerine sırt çantası kullanın, özellikle bir sürü gözü olan. Önünüzde yürüttüğünüz bebek arabanız sırtınızda çantanız daha rahat. Eğer ki 9 aydan küçükse bebeğiniz ve benim gibi kendi yaptığınız yemekleri yanınızda taşıyorsanız kocaman kaplar yerine öğün ölçülerinize uygun küçük küçük cam kavanozlar alın onlarla taşıyın. Bu arada eğer oturmaya başlamışsa yanınızda sürekli taşıyabileceğiniz bir bebek sandalyeniz var hiç merak etmeyin, bezden yapılma her sandalyeye uyabilen bir aparat(kumaş mama sandalyesi). Bunu da araştırarak alın çünkü çok uygun fiyatlar yerine olması gerekenin 3-5 katı fiyatla satılanlar da var, aldanmayın. Bundan sonrasında da portatif mama sandalyesine geçtik. Bizde her şey gezerken işimizi kolaylaştırma özelliğine endeksliJ

göynük sahili:)
Şimdiii seyahatlerimizde kullandığımız en güzel araç bebek taşıma çantası idi. Tabiki ben taşıyamıyorum çünkü Doğa çok ağırJ Arabayla gezmekten daha rahat ve pratik, bebekleride uzun süre içinde durutmamak ve arada bir çıkarıp dinlendirmek kaydıyla rahatsız etmiyor. Aksine görüş alanları daha geniş ve hareket kabiliyetlerini kısıtlamıyor. Birde arkadan ellerini uzatıp babalarının saçlarıyla kulaklarıyla oynayabiliyorlarJJ ayrıca Doğa okadar rahat ediyorduki birazcık uykusu varsa eğer hemen içinde uyuyabiliyor ve bizde rahatça geziyoruz. Gerçi o uyumasada rahatça geziyoruz. Şimdi asla onu birisine bırakıp yanlız başımıza bir yere gezmeye gitmek istemiyoruz. Doğa artık çok uyumlu, rahat, neşeli, mutlu, huzurlu bir çocuk. Bu sayede yeni gezilerimizi de sizinle paylaşabileceğim çok yakındaJ:)


çanta keyfi





antalya olympos



2 Şubat 2012 Perşembe

takıntılı konu : beslenme

Eğer ki benim gibi bebeğinizin beslenmesi konusunda takıntılarınız varsa sizi bu tarafa alalım:) Doğumdan önce sütümün bebeğime yetmeyeceğini yani ona yetemeyeceğimi hiç düşünmemiştim. Bu yüzden normal yemek yemeye başlayınca asla hazır gıda vermeyeceğim her şeyini kendim yapacağım hatta oda benim gibi tarhana çorbasıyla büyüyecek asla asla mama yemeyecek diyordum. Her zamanki gibi erken davranmıştım. İlk gününüden itibaren mama takviyesi yapmak zorunda kalmıştım. İlk aylarda kilo almıyor ve uyumuyor sürekli ağlıyordu. Buna sadece 3 ay direnebildim. Yani sütümün yetmediğini kabul edip bunun bunlamından kurtulmam 3 ay sürdü. Mecburen mama takviyesini arttırmıştım üzüle üzüle. O biberonuyla mama yerken sanki vücunduna zehir veriyorum gibi geliyordu. Ama mecburdum:( Sonradan gitmeye başladığımız bir doktor (kendinize uygun doktor bulmak gerçekten harika bir şey) beni çok rahatlattı. Bırak yiyorsa yesin ama bir öğün emzir bir öğün mama ver, ikisini berber verme dedi. Öyle yapınca bebişim de bende rahatladık artık. Çünkü hem onun karnı doyuyor hemde ben onu bir öğün tam olarak doyurabiliyordum. Böyle böyle 4. ay bitiminde başladık ek gıdaya. Ek gıda ile birlikte mama da azaldı, hatta 6. aydan sonra neredeyse kalmadı. 9. aydan itibaren artık hiç yok.

Şimdi size yaptığım ek gıda takviyelerini anlatayım ay sırasıyla:


Öncelikle yemeklerimin içinde tuz ve şeker yok aklınızda bulundurun. Tuz yerine ev yapımı tarla domateslerinden yapıldığına emin olduğum domates salçası koyuyrum ama bunu herkesin bulması zor biliyorumL

balkonumun domatesleri




4. Ay : İlk başlama süreci. Hem stresli hem de bence çok keyifli. Gerçi doğa itiraz etmediği için de bana keyifli gelmiş olabilir. İlk önce yoğurtla ve meyve ile başladık.  Yoğurdu hergün akşamdan mayalıyordum ancak yoğurdu keçi sütü ile yapıyordum inek sütü ile değil. Küçük kavanozlara ısıtılmış sütü koyuyordum, mayalama ısısının derecesini bilmiyorum sadece parmağı yakmayacak kadar sıcak bir ısıya gelince bir tatlı kaşığı mayayı koyup karıştırıyordum ancak mayayı sıcak sütle önceden bir çay tabağında karıştırıp ısılarının eşitlenmesi lazım, bunu yapıp sonra tüm mayayı içine koyuyordum. Her gün taze taze. Sonra meyve. İlk önce elma ile başladık cam rende ile rendeleyip veriyordum. Sonra sonra içine armut ve muz ekledim ama ilk birkaç ay elma. Bazen içine arı markanın pirinç ununu pişirip karıştırıyordum öğün gibi olup doyursun diye. Bir gün denemek için hazır meyve pürelerinden almıştım ve yemişti Doğa ama akşama kadar onu çıkarmıştı ve sonrasında da hiç hazır şeyler yemedi, kabul etmedi aç olsa bileJ Bu çok hoşuma gidiyor halaJ Bu arada azar azar tarhana çorbasına da başladık. Ama ev yapımı tarhana anneannesinin elleriyle yaptığı neffiiss tarhanaJ


5. ay : Yavaş yavaş yumurta sarısı ve peynir vermeye başladım. İlk 1 ay belki daha fazla 1 çay kaşığı ile devam ettik, 6. aydan sonra arttırarak devam ettim. Önceleri yumurtaya tepki verdi, her yeri kabarıyordu. Bende haftada bir verdim alıştırana kadar. Epey uzun sürdü alışması vücudunun ama böyle böyle alıştı. Haftada bir verip deniyordum eğer kızarmıyorsa bir yerleri 3 güne çıkarıyordum bazen gene kabarıyordu haydiiii en baştan haftada bir. Peyniri sevmişti ona alışması zor olmadı. Ama hiç cici bebe tarzı şeyler vermedim çok katkılı olduğu için onun yerine hep kendim ekmek yaptım ve verdim. Unutmadan 1 yaşına kadar her gün peynirini de kendim yaptım. Keçi sütünü kaynatıp içine kesilene yani çökelek gibi kıvama gelene kadar içine limon sıkıyordum veee işte size peynirJ

6. Ay: Kahvıltımız zenginleşti miktarı arttı. Mama olarak ta kuzenimin tarifini uyguladım. Çavdar, yulaf, arpa, pirinç, tam buğday unlarından birer tatlı kaşığı yağsız kavrulur ve süt veya su ile muhallebi kıvamında pişirilir içine tat versin diye pekmez katılır alın size tahıllı gece maması. Ama taze taze kavrulacak unutmayın. Her açıdan yararlı ve kendi ellerinizle yaptığınız mama. Bu unlardan da ekmek yaparsanız kahvaltıya ohhhJ Birde artık sebze çorbasına başladık. Bunun tarifini biliyorsunuzdur. Mevsim sebzeleri doğranır içine et veya tavuk konur pişirilir ve ezilir.

6-9 ay arası: 9 aya kadar kahvaltımız tamamlandı, yumurtaya alıştık, bir akşam un maması bir akşam tarhana çorbası, aralarda meyve, yoğurt, sebze çorbası. Altı ve 9. ay arası köfteye de başladık. 8. aydan sonra balığa başladık. Balık çok sevildi halada bayıla bayıla yiyor hatta balık varsa gözü başka bir şey görmüyor. 9. aydan sonra her şeyi yemeye başladı, normal yemek yiyordu sadece bal ve yumurta akı yasak 1 yaşına kadar. Artık makarnayı veya yine anneannesinin kestiği erişteyi pişirip önüne koyuyordum ve elleriyle yiyordu. Bu arada elle yapılan yoğurtlar peynirler mamalar devam.

1 yaşına kadar bu şekilde devam ettik. 1 yaşından sonra özgürlük. Dışarıdan hazır yemek vermemek için kavanozlarla yanımda yemek taşımalar sona erdi. Her şeyi rahatça yiyebiliyordu. Bu arada kahvaltıları asla bulamaç haline getirmedim, her şey ayrı ayrı. Dişleri olmadan çiğnemeyi öğrendi.
Şimdi size altın değerinde içinde şeker olmayan bebek kurabiyesi tarifi:

3,5 su bardağı un
1 su bardağı keçiboynuzu unu
2 yumurta ( birinin beyazı ayrılacak o kurabiyelerin üzerine sürülecek)
1 su bardağı pekmez (mümkünse el yapımı)
1 paket vanilya ve kabartma tozu
250 gr margarin (tereyağı ile karıştırabilirsiniz) (oda sıcaklığında yumuşamış olacak)
Birazcık tahin (ölçüsü yok)
Öğütülmüş ceviz

Hepsini karıştırın iyice yoğurun biraz bekletin istediğiniz şekillere sokun ve fırında pişirin. Pekmezli olduğu için altı biraz yanabilir, başında beklemeniz lazım. Keçiboynuzu unu ve pekmez şeker yerine yeterince tatlandırıyor ama rengi koyu kahverengi oluyor. Verin eline kendisi yesin ama her yeri batıracak demedi demeyinJ


Benim gibi takıntılı birini takip edin sizlerle keşiflerimi paylaşacağım şimdilik bu kadarJ

28 Aralık 2011 Çarşamba

ilk 3 ay


Eğer Doğa gibi bitmeden tükenmeden ağlayabilen bir bebeğiniz varsa emin olun ilk günden işe başlamak isteyeceksiniz. İlk haftadan sonra acaba işe başlasam şu bebeği annemin başına atsam gitsem dediğim çok oldu. Ağlamasını huysuzluğunu durduramıyordum.Annesi ben olduğum içinde herkes benden bir çare bulmamı istiyordu ama ben yılmıştım. Eve birileri gelsin ama bebek bakmaktan anlayan onu susturan birileri olsun istiyordum. Ama tabiki bu düşüncem bebeğim biraz sakinleşmeye başlayınca yada ben kendine gelmeye başlayınca değişti. Onun ne kdar güzel ve mucizevi olduğunu görmeye ve onu yaşamaya başladım. Çok zor bir bebekti kabul ediyorum çünkü çok aktifti. Bazen aslında çok nadir şarkı söyleyerek sakinleşiyordu ama gündüzleri uyumuyordu. Ne yaparsam yapayım uyumuyordu. Kafama ise bir düzen oturtma fikrini takmıştım. Bu çocuğun bir düzeni olmazsa hayatım altüst olacak diye kendimce saçma sapan yollarla düzen kurmaya çalıştım ilk zamanlarda.Yeme düzeni, uyku düzeni gibi.Hatta şimdi kendime çok kızıyorum, etrafımın etkisinde kalıp 2 saatte bir emzireceksin lafı ile bazen 10 dk. yı bile bekliyordum bebeğim emmek için deli gibi ağlarken. Sanırım herşeyin düzelmesi benim bu saplantımdan kurtulmamla başladı. Tamamen kendi içgüdülerime güveneceğim dedim ve o günden sonra aklıma ne gelirse onu yaptım. Birazda annemin tavsiyelerine inandım. Aldığım kararlar mı? Sırayla:

-         Düzenini kendisinin oluşturmasına izin verdim. Kızımı izledim. Hangi saatlerde uyumak istiyorsa ozaman uyutmaya çalıştım. İşe yaradı evet. Zorlamadım uyuması için, uykusu gelince uyudu ve bu sayede saatler belirlendi. Altın kural bebeğinizin alışkanlıklarını okuyabilmek ve zorlamamak.
-         Aldığım bebek bakım kitaplarını bir kenara bıraktım.
-         Ne zaman isterse ozaman emzirdim veya besledim. Çünkü bebeişim açlıktan ağlıyordu ve hala da yemek yemeyi seven bir bebek. Yemek onun için aynen bizde olduğu gibi bir keyif, zevk alarak yemek yiyor ve herşeyi yiyor. Asla 2 saat kuralını izlemedim bir daha. İsterse 10 dk. da bir isterse 3 saatte bir emzirdim.
-         Kucağıma aldım, kucağa alıştırma diyenlere inat her ağladığında onun yanında olduğumu hissettirdim. En çok “ kucağa alıştırmışsınız çok kötü” lafıyla karşılaştım. Ancak Doğa hiçbir zaman alışmadı ve kucak istemedi sonrasında. Belki kucağa almasaydım inatlaşacaktı benimle ve tam bir kucak bebesi olacaktı. Unutmayın ömrü boyunca sizi istemeyecek zaten bence bu sürecin keyfinizi çıkarın.
-         Mecburen biberon verdim çünkü ne yazıkki mama takviyeli gitti 6 ayımız. Biberon verme emmeyi bırakır dedi herkes ve bir dünya örnekle canımı sıktılar. Sanırım benim moralimi bozan çok insan var hayatımda. Bir dönem bu laflar yüzünden eziyet ettim resmen kızıma, biberon vermek yerine çay kaşığıyla vermeye çalıştım, tam bir felaket dönemi. Boşverin, bebeğiniz ne yapmak istediğini biliyor ona güvenin. Şu an 14 aylık ve hiçbir zaman emmeyi bırakmak istemedi.
-         Bebeğinize güvenin, bütün düzenini kendisi oluşturur siz sadece o düzeni destekleyin ozaman herşey daha kolay.
-         Bir tek ayakta sallanarak uyutulma huyuyla başedemedim hala da edemiyorm, nasıl alıştıracağım kendi kendine uyumasına hiç bir fikrim yok. Siz yardımcı olabilirsiniz banaJ

Evet tüm bunları keşfetmem 3 ayımı aldı ama ondan sonrası çok güzel ve rahattı. Kendimi ve onu rahat bırakınca birbirimizle iletişim kurmaya başladık ve bana gülücükler atmaya başladı. İlk olarak teyzeme ve sonrada abime güldü.Sanırım kendimi rahat bırakınca sütüm de giderek artmaya ve bebişimin kilo alımı da normale dönmeye başladı. Hayatımız düzene girmiş ve 3 kişi ( ilk 6 aylık süreçte 5 kişiJ olmanın mutluluğunu yaşamaya başladık.
 
Bu arada ne yazıkki insanlar ilk dönemlerde çok acımasız olabiliyorlar. Kulak tıkamak zor, ben beceremedim. Kadınlar kadınlara karşı çok kırıcı. Karşılaşabileceğiniz eleştiriler sınırsız ama benimkilerin bazıları aşağıdakiler gibi

-         Niye normal doğum olmadı, kesin doktorun uğraşmak istemedi sezeryanla aldı - Hiç boşuna anlatmaya çalışmayın inanmazlar.
-         Aa niye sütün az sorun ne? Halbuki benim şöyle çoktu böyle boldu acaba sendeki sorun ne? - Nefretlik tipler bunlar.
-         Kucağa alıştırmışsın işin çok zor, bırak ağlasın alma canım kucağına - her konu hakkında uzman olduğunu sanan tipler.
-         Biberon verme emmeyi bırakır diyip dünya kadar kötü örnek verenler - uzak dursunlar benden lütfen.
-         Obez olur mama verme, sürekli emzirme – e ozaman gelde sen dayan açlıktan ağlamasına. Evet kızım biraz kilolu ama çok şükür obez değil. Emsallerine göre boyuda uzun kilosuda fazla ama doktorumuz çok memnun.
-         Düzen oturtulmalı. Her gün aynı saatte aynı şeyleri yapmalı, yemeli – bu konu bebekten bebeğe değişir. Doğa asla düzenli değil. Evet uyku ve yemek saatleri var ama hergün aynı saat değil. Düzen oturtmanın artılarıda eksileri de var. Bizim için düzenin çok düzenli olmamasının avantajları çok. Bunun ne demek olduğunu gezilerimize gelince anlatacağım.
-         Hep aynı odada kalacak yoksa beyin gelişimi etkilenir – ne alakası varsa

Bu liste uzaaar gider en iyisi boşverin bebeğiniz varsa keyfini çıkarınJ

Ha birde her bebeğin farklı bir yapısı olduğunu unutmayın...